30 Haziran 2010 Çarşamba

12 yaşımda yazdığım bir yazı.. Geçmişten hatıra.. Noktasına virgülüne dokunmadan..

Bir tarlanın ortasında olduğunu fark ediyorsun. Güneş tepende parlıyor. Etrafındaki başaklar güneşi kıskandırırcasına sarı sarı parlıyor. Aklın bomboş, gökyüzü masmavi, temiz, ferah, saf hissediyorsun. Hayatın sana yüklediği bütün streslerden, sorumluluklardan, işten, güçten, gerekten, gereçten ve bütün kötülüklerden sıyrılmışsın. Sadece geçmişin, şu anın, tanıdıkların var, sen varsın. Manevi olarak çıplaksın ve safsın. Kendini etrafına vermişsin, o sarı başakların herbirinde, her bir dalgalanmalarında, her birinin sapında, yaprağında buluyorsun kendini. Ayakkabını ve çorabını terk etmiş, çıplak ayaklarla dolaşırken tarlada bir bir başakları gözler, inceler, herbirinde ayrı bir güzellik, ayrı bir mutluluk bulurken içine garip bir enerji doluyor. Sanki daha dün doğmuşsun gibi garip bir heyecan, bir tutku, garip bir merak duyuyorsun herşeye karşı. Tam gördüğün bir başka başağa doğru ilerlerken birden dünyan kararıyor sanki, bir acı serisini yaşadıktan ve sağ sağlim atlattıktan sonra yavaş yavaş algılıyorsun etrafını. Yere yuvarlanmışsın, takıldığın taş simsiyah duruyor sarı nehrin ortasında, eline alıp inceliyorsun düştüğün yerde. Sanki hayattaki bütün yanlışların içinde gibi görünüyor. İncelerken cebine atıyorsun ve uzanıyorsun yere. Gökyüzünün o mavi okyanusuna gözlerini kaptırıp aklının tamamen boşalmasını sağlarken cebindeki siyah taştan fışkıran garip bir huzme solduruyor başakları, kararıyor güneş, parlıyor yıldızlar. Tam bütün umudum bitti derken yıldızlar sana umut verircesine yanıp sönüyorlar; uykuya dalıyorsun her gece yaptığın gibi toprağı ev, başakları yatak, taşı yastık, yıldızları yorgan yapıp aklında ertesi gün doğacak güneşin hâyâlini kurarak uyuyorsun ve rüyanda bir tarlanın ortasında olduğunu fark ediyorsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder