30 Haziran 2010 Çarşamba

12 yaşımda yazdığım yazıyı bulmadan önce 20 yaşımda yazdığım bir yazı.. Noktasına virgülüne dokunmadan..

Pusulasızca kaybolduğunu düşün, kapat gözlerini, etrafın boş, bir boşluktasın. Gözlerini açıyorsun yavaşça, etrafına bakınca sadece karanlığı görüyorsun. Etrafın sarılmış karanlıkça. Ayaklarının altında toprak beliriyor ve basıyorsun umarsızca, basıyorsun o toprağın ne olduğunu, nereden geldiğini, neden belirdiğini düşünmeden,yürüyorsun. Gözlerin karanlığa alışmış, karanlığı görebiliyorsun. Kulakların toprağın ezildiğini duyuyor sadece.

Ayağına birşey takılıyor, önce sendeliyor sonra düşüyorsun dizinin üstüne. Ufaktan elinle yokluyorsun yeri, neye takıldın? Geleceğine yürürken neye takıldın? Siyah, simsiyah bir yamukluk bu, bu bir taş.. Şekilsiz bir taş, oldukça hafif üstelik.. Belki işine yarar diye cebine atıyorsun ve yürümeye devam ediyorsun.

Etraf karanlık ama biliyorsun ki ileride aydınlığa kavuşacaksın. Adımlıyorsun, aklın cebine takılmış. Devamlı aklında, cebinde bir taş var. Şekilsiz, eğri büğrü bir taş.. Yürüyorsun.. Cebinde simsiyah, şekilsiz bir taş var. Yol karanlık, kulakların karanlığı duyuyor yalnızca. Cebinde taş var, bir adım daha, cebinde taş var. Yavaşlıyorsun.

Nedeni yok, cebinde taş var. Hızlanmak hatta koşmak istiyorsun ama yavaşlıyorsun. Nedensiz, cebinde taş var. O kadar yavaşlıyorsun ki yürüdüğün anlaşılmıyor artık. Cebinde taş var, duruyorsun. Aklında ilerlemek, cebinde taş var. Neden ilerleyemediğini merak ediyorsun. Sendelemeye başlıyorsun durduğun yerde, düşüyorsun.

Cebinde taş var, ağır bir taş, ağırlaşmış bir taş. Güç bela cebinden çıkartıyorsun, dikkatle inceliyorsun bu siyah, simsiyah taşı. Girintileri, çıkıntıları fazla tanıdık, taş fazla tanıdık sana. Hatırlıyorsun inceledikçe, geçmişi,geçmişini hatırlıyorsun.

Bu taş senin geçmişin, eski hayallerin, hayal kırıklıkların, sevgilerin, sevgililerin ve yaşanmışlıkların. Taş; senin geçmişin oluşturmuş bu taşı, unuttuklarınla, unutmak istediklerinle birlikte, hatırladıklarınla, hatırlamak istediklerinle birlikte taşlaşmış geçmişin. Karar veremiyorsun ne yapacağına.

En sonunda atmaya karar veriyorsun, bu taşı atmaya uzağa, çok uzağa. Böylece yoluna devam edebileceğini düşünüyorsun. Taş hafiflemiş, köpük kadar hafifleşmiş. İleriye fırlatıyorsun, karanlıkta kayboluyor taş ve ilerliyorsun.

Uzun bir süre yürümeye devam ediyorsun. Karanlık her taraf. Gözlerin ve kulakların karanlığa alışmış, görebiliyor ve duyabiliyorsun karanlığı. Ayağına birşey takılıyor, önce sendeliyor sonra düşüyorsun dizinin üstüne. Ufaktan elinle yokluyorsun yeri, neye takıldın? Siyah, simsiyah bir yamukluk bu, bu bir taş.. Şekilsiz bir taş, oldukça hafif üstelik.. Belki işine yarar diye cebine atıyorsun ve yürümeye devam ediyorsun bilinmeyen karanlıkta.

12 yaşımda yazdığım bir yazı.. Geçmişten hatıra.. Noktasına virgülüne dokunmadan..

Bir tarlanın ortasında olduğunu fark ediyorsun. Güneş tepende parlıyor. Etrafındaki başaklar güneşi kıskandırırcasına sarı sarı parlıyor. Aklın bomboş, gökyüzü masmavi, temiz, ferah, saf hissediyorsun. Hayatın sana yüklediği bütün streslerden, sorumluluklardan, işten, güçten, gerekten, gereçten ve bütün kötülüklerden sıyrılmışsın. Sadece geçmişin, şu anın, tanıdıkların var, sen varsın. Manevi olarak çıplaksın ve safsın. Kendini etrafına vermişsin, o sarı başakların herbirinde, her bir dalgalanmalarında, her birinin sapında, yaprağında buluyorsun kendini. Ayakkabını ve çorabını terk etmiş, çıplak ayaklarla dolaşırken tarlada bir bir başakları gözler, inceler, herbirinde ayrı bir güzellik, ayrı bir mutluluk bulurken içine garip bir enerji doluyor. Sanki daha dün doğmuşsun gibi garip bir heyecan, bir tutku, garip bir merak duyuyorsun herşeye karşı. Tam gördüğün bir başka başağa doğru ilerlerken birden dünyan kararıyor sanki, bir acı serisini yaşadıktan ve sağ sağlim atlattıktan sonra yavaş yavaş algılıyorsun etrafını. Yere yuvarlanmışsın, takıldığın taş simsiyah duruyor sarı nehrin ortasında, eline alıp inceliyorsun düştüğün yerde. Sanki hayattaki bütün yanlışların içinde gibi görünüyor. İncelerken cebine atıyorsun ve uzanıyorsun yere. Gökyüzünün o mavi okyanusuna gözlerini kaptırıp aklının tamamen boşalmasını sağlarken cebindeki siyah taştan fışkıran garip bir huzme solduruyor başakları, kararıyor güneş, parlıyor yıldızlar. Tam bütün umudum bitti derken yıldızlar sana umut verircesine yanıp sönüyorlar; uykuya dalıyorsun her gece yaptığın gibi toprağı ev, başakları yatak, taşı yastık, yıldızları yorgan yapıp aklında ertesi gün doğacak güneşin hâyâlini kurarak uyuyorsun ve rüyanda bir tarlanın ortasında olduğunu fark ediyorsun.

18 Haziran 2010 Cuma


Düş gününde sevdim seni. Daha ufacık çocukken bir düş gününde sevdim, seni. O gün değiştirdim hayatımı ve düşlerimi. Düş gününde sevdiğim için seni hep öyle kaldı sevgim; sahibi belli, sebebi belirsiz, kabullenilmemişlikle bozulmamış, sadece sonsuz, sınırsız, zamansız. Düş gününde kaldım ve yaşadım seninle, düş gününde. Çocukken ağlayınca anneme giderdim; düş gününde sana gelirdim umursamadan, seni annemi sevdiğim kadar katıksız, sonsuz ve sıcak sevdiğimden.

Düş gününde; güneş hiç batmaz çünkü güneş yoktur, karanlık hiç bastırmaz çünkü karanlık yoktur; düş gününde zaman hiç akmaz çünkü zaman yoktur. Kimse ağlamaz çünkü her zaman ağlayanı sarıp sarmalayacak ve bütün üzüntüsünü alacak birileri vardır düş gününde.

Düş gününde kaldım senin için, sahip olamayacaklarıma sadece düş gününde sahip olabileceğim için, seninde hiç büyümemen için, sana koşabilmek için ve seni her görüşümde delice heyecanlanabilmek için. Sen kalmasan da benimle, ben kaldım düş gününde; babanın anneni aldatmadığı, annenin ölmediği, tacizlere maruz kalmadığın, tecavüzlerden kıl payı kurtulmadığın, verdiğin sözleri tuttuğun, kimsenin seni terk etmediği, seninde kimseyi terk etmediğin, hiç ağlamadığın, gülümsediğin, mutlu olduğun düş gününde, kaldım, senin için. Düş gününden sana hep biraz umut, biraz gülümseme, azıcık sıcaklık, çokça sevgi ve daima sana açık iki kol getirmek için; ağlayabileceğin omuz, tutunabileceğin dal, kırabileceğin kalp olmak için düş gününde kaldım, düş oldum..

Şimdi ben hala düş günündeyim, seninleyim; gülümseyen, mutlu olan seninleyim. Sen yoksun. Ben de her sahipsiz düş gibi sürükleniyorum, seni arıyorum, bulamıyorum ve yavaş yavaş kendi kâbusuma dönüşüyorum. Seni seviyorum.